Hepimiz Biraz “İstanbullu Gelin”iz
Değerli yazar Dr. Gülseren Budayıcıoğlu Instagram sayfasında açıklamış. İstanbullu Gelin Uluslararası Emmy Ödüllerine aday!
Her Cuma ekran başına Türkiye’nin dört bir yanından insanı kilitlemeyi başaran böyle bir dizi için de beklenilir bir başarı bu. Çünkü aslında her birimiz biraz İstanbullu Gelin’iz. Nasıl mı?
Bir kere Türk toplumu olarak, dizilerde canlandırılan her bir karakteri idolleştirir, o rollere aşık oluruz biz. Çünkü yaşayamadıklarımız, yaşamak istediklerimiz, acılarımız ve hayallerimiz vardır o rollerde. Dizilere bir dizi olarak değil de, sıklıkla bizlerin aynası gibi bakarız. O nedenle onca severiz oyuncuları. Aşık olduğumuz şey onların kendilerinden daha çok, büründükleri ve ekrana taşıdıkları karakterlerdir. Ekranda bir aşk, bir öfke, bir tutku, ya da bazen bir pişmanlık hayat bulurken, bizler çoğu kez içimizde yaşananları izleriz.
İstanbullu Gelin’i pek çok birey için bunca sevilen yapan da tam olarak bu. Her kadın biraz Süreyya çünkü… Öyle tutkulu, öyle inatçı, öyle gururlu, içten içe öyle kırılgan, doğru bildiği uğruna fırtınalara karşı savaşan, hayata aktarma fırsatı bulsun ya da bulamasın, bir o kadar idealist ve en çok da aşık.
Ve her adam biraz Faruk… Mağrur, gururlu, duvarları olan, dik ve keskin. Egolu ama vicdanı egosundan büyük olmaya çabalayan… Aile babası. Dağ yıkılsa üstüne, altından sağ çıkar denilen cinsten…
Sonra Fikret… Böyleleri de çok bizim toplumumuzda… Ailede hep ikinci kalmış, göz bebeği olma hayalleri taşırken hep gölgesinde kaldığı koca çınarlardan ışık bulmaya çabalayan ama bir o kadar da kırılgan.
Herkes biraz Osman. Büyümeye korkan, ama içinde dünyanın en olgun adamına gebe, narin, kırılgan, okyanuslar kadar derin Osman. Aşktan yana yüzü gülmeyen, kalbindeki hançeri en çok kendine saplayan Osman. Kimse kırılmasın, kimse üzülmesin derken en çok kendini üzen, hep bir adım geriden bakan ama hep her şeyi en yalın haliyle gören sessiz Osman.
Ve herkes biraz Adem, öfkesi vicdanından büyük olduğu için affedemeyen, yol alamayan, kırgınlıklarında ezilen ve tüm bir yaşamı bir parça kin uğruna yalnızca kendi olmanın güzelliğinden yoksun geçiren…
İpek’ler de oldukça çok aslında… Hırsın ne olduğunu tanımayan, sevgiye muhtaç ve bir o kadar hırçın. Mutlu olmayı öğrenmeye çalışan, çalışırken kıskanan ve bunun farkında bile olmayan, mutlu olmayı öğrenince aslında çok güzelleşebilme potansiyeli olan nice İpek var.
Ve Esma Sultan… Heybetli, evin direği, eski zaman kadınlarının sessiz gücünü ekranlara taşıyan zarif Esma Sultan. Öyle çok ki o Esma Sultan’lar bugün ülkemde… Ne yaşarsa yaşasın duruşundan ödün vermeden ailesi için yaşayan, bunu yaparken zaman zaman gururundan en büyük zararı kendi alan Esma Sultanlar… Ve diğer bir yandan, yaşanmış ve gizli kalmış nice hikayeleri bir sır olarak içinde barındıran kadınlar…
Ülfet hanım. Aşk acısını kıskançlıkla yıllarca kemirmiş kadın kalbinin, sessiz ve derinden hançerlerini ekrana taşıyan Ülfet hanım. Bir kadının içinde büyüttüğü aşkın ve hazmedilemeyen tercih edilmişliğin yıllarca yarattığı intikam duygusunun sessiz fırtınasını ekrana taşıyor.
Ve en son, Ala Yaz Boran. Baskın bir annenin, bir çocuğun üzerindeki etkilerini görebileceğimiz bir senaryo geliyor bu sezon. İzlerini daha ilk birkaç bölümde izledik, hissetmeye başladık. Öfkeli, kırgın, kızgın bir Yaz Boran var karşımızda. Anneanne sevgisiyle anneye olan öfkesinin arasında sıkışmış, kimlik isyanlarında bir Yaz Boran... Ki bu, aslında her evde yaşanan, ama dışarıya çok yansıtılmamaya çalışılan özgürleşme ve bireysel kimlik oluşturma çabası yaşayan genç kızların aynası… Zamanla büyüyen ama hep bir parça aile doğrularında hapsolan kimliklerle yaşamda kendi olma savaşı veren yüzlerce genç kızın yansıması…
Hepsi bizden, hepsi biz, hepsi bizim parçalarımız. Büyürken değişen, dönüşen ya da dönüşemeyen parçalarımız. Can acıtan, yakan, parçalayan, zaman zaman da büyüten, dönüştüren, güzelleştiren kimliklerimiz.
Bilmeyenler için açıklayayım Dr. Gülseren Budayıcıoğlu dizinin çok başarılı giden terapi seansı kurgularının da danışmanı. Kral Kaybederse, Hayata Dön Yüzünü, Günahın Üç Rengi ve Madalyonun İçi gibi çok satan ve başarılı kitapların da yazarı olan Sn. Budayıcıoğlu, dizide geçtiğimiz sezon Adem karakterinin, bu sezon ise Süreyya’nın kızı Ala Yaz’ın terapi seanslarının kurgularının arka yüzü. Çok da başarılı sahneler olan terapi seansları, pek çoğumuzun kişisel gelişim serüveninde parça parça aydınlanmasına da vesile oluyor. İnsanların anlık tepkilerinin, içgüdüsel tavırlarının ve hislerinin ardında saklı kocaman bir bilinçaltı olduğu gerçeğiyle izleyiciyi yüzleştirirken, aynı zamanda insanın bakış açısının yaşamını nasıl etkileyebileceğini, kendi yaşamımızın yol haritasının aslında ne kadar bakış açımıza da bağlı olduğunu, gücümüzü ve farkındalığın ışığını ekrana yansıtıyorlar.
Yönetmenliğini Zeynep Günay Tan ve Deniz Koloş’un yaptığı, senaryosunda Teşrik-i Mesai’nin kalem tuttuğu İstanbullu Gelin, içerik olarak her yönüyle Türk insanını başka bir surette ekrana yansıtması, etkileyci dili ve detaycı kurgusu, kişisel gelişim öğeleri ve müzikleri ile bu adaylığı fazlaca hak ediyor. Yolun Emmy’de açık olsun İstanbullu Gelin.
Hepimiz biraz İstanbullu Geliniz, varız, çokuz, hepimiz seninleyiz…
YORUMLAR