Türkiye tarihine post-modern darbe olarak geçen 28 Şubat Darbesi, tarihe kara leke olarak not düşüldü. 28 Şubat 1997'deki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının ardından alınan kararlar ve sonrasında yaşananların üzerinden 24 yıl geçti. O dönemde Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü öğrencisi olan Öznur Sarı, yaşadıklarını, hissettiklerini anlattı.
O dönem yaşadığı en çarpıcı ve üzücü olayları anlatan Öznur Sarı şunları ifade etti:
“Ben İnsan Hakları dersi alıyordum. İnsan Hakları dersinde sınıftan kovuldum. Başörtülü olduğum için sınıfta oturmamam gerektiği, bu kıyafetle sınıfta bulunmamam gerektiği söylendi. O gün Hollanda'dan bir radyocu gelecekti bizim dersimize. Türkiye'deki insan hakları eğitimiyle ilgili bir çalışma yapmak üzere. Sınıfta o gün için tek baş örtülü bendim. Hocamız benim görünmemi istemedi. Bunun herhalde şık bir fotoğraf olmayacağını düşündü. Felsefe bölümünde baş örtülü bir öğrenci.. Benim için en çarpıcı örnek budur. 18-19 yaşında genç çocuklarsınız. Çok yetişkin, çok olgun insanlar değilsiniz ama yaşadığınız şeyler neticesinde birden büyüyorsunuz ve büyük büyük kararlar alıyorsunuz. Böyle bir süreçti o dönem. Bir tarafta gençsiniz onun verdiği bir heyecan var, bir taraftan da inandığınız ya da düşündüğünüz bir şeyin engellenmesiyle yaşadığınız sıkıntı ya da tepki gösterme isteği var. Ben sınıftan çıkmayı reddettim. Üzüldüm. Bu ne olursa olsun siz inandığınız bir şeyi bile savunuyor olsanız orada diğer arkadaşlarınızın içerisinde çok hoş bir durum değil.”
Hala devam eden televizyon izlemek ve haber izlemekle ilgili travması bulunduğunu kaydeden Sarı, “Böyle kalmış bir şey var. Hala çok izlemek istemem. Sürekli, her gün televizyonlarda irtica konusu işleniyordu. 28 Şubat post-modern darbesi aslında ciddi bir toplum mühendisliği projesi. 'Buradaki insanlar 17-18-19 yaşlarında. Kimisi ailesinden gördüğü için geleneksel şekilde örtünmüş. Kimisi gerçekten dinin gerekliliği olduğunu düşündü ve inandığı için örtünmüş. Bunlar genç çocuklar' denilmedi. Denilseydi zaten toplum buna çok ciddi manada tepki koyardı. Çünkü herkes toplumda üç aşağı beş yukarı belli değerlere sahip. Ama o dönem özellikle şu metot işlendi: 'Sapık tarikatlar, farklı cemaatler, toplumun kabul edemeyeceği bazı durumlar' göz önüne serildi ve sanki bunlarla mücadele ediliyormuş gibi. Baş örtülü kızlarla, dindar kesimle değil de bu tür sapkın gruplarla mücadele ediliyormuş gibi bir izlenim oluşturuldu. Pek çoğumuzun ailesi bile bundan endişe duydu. 'Masumane iş mi bu? Arkasında başka bir şeyler mi var?' diye inançlı insanlar bile bazen karşı tarafta yer almak zorunda hissettiler kendilerini” şeklinde konuştu.
YORUMLAR